Nusaybin’den Yükselen Soru: Eğitimde Nerede Yanlış Yapıyoruz?
Gelişmiş ülkelerde eğitim, öğrencinin yetenek ve ilgisine göre şekillenirken, Türkiye’de istihdam ve ekonomik kaygılar eğitimi belirliyor. Üniversitelerin kontenjan şişirmeleri, istihdam sorunları ve yetenek odaklı olmayan politikalar, gençlerin kendini geliştirmesini engelliyor. Nusaybin’deki eğitim başarı düşüşü ise yerel eksiklikleri ve sorumluluk alanlarını gözler önüne seriyor.
Dünyada gelişmiş ülkelere baktığımızda, eğitim anlayışlarının bizim eğitim anlayışımızdan çok daha farklı, daha bilimsel ve daha akılcı olduğunu görüyoruz. Batılı ülkelere baktığımızda, öğrencilerin akademik zihin kapasitelerine ve yeteneklerine göre hareket ettiklerini görüyoruz. Akademik zihin yapıları iyi olan, araştırmaya ve sorgulamaya yatkın öğrencileri üniversitelere yönlendirip onları geliştiriyorlar. Diğer öğrencileri de yetenekleri ölçüsünde herhangi bir alana yönlendiriyorlar.
Tabii bunları yaparken ekonomik açıdan güçlü oldukları için herkese yetenekleri ölçüsünde istihdam sağlıyorlar. Örneğin, gelişmiş bir Batı ülkesinde 2030 yılında 20 bin öğretmene mi ihtiyaç duyulacak, bunu 2025 yılından başlayarak ona göre öğretmen ihtiyacını ayarlamaya çalışıyorlar. Planlı bir şekilde hareket ettiklerinden dolayı ve iki de bir eğitim politikalarını kafalarına göre değiştirmiyorlar; sadece çağın gereklerine göre, bilimsel araştırmanın ışığı çerçevesinde düzenlemeler yapıyorlar.
Bizde ise ekonomik olarak güçlü olmadığımız için herkese istihdam sağlayamıyoruz. Sonra gelişmiş Batılı ülkelerin eğitim anlayışlarını taklit edip başarılı olacağımızı düşünüyoruz. Bunun sonucunda da sık sık eğitim politikamızı değiştiriyoruz. Ancak her toplumun koşulları farklıdır. Ona göre her şeyimizi, özellikle eğitim anlayışımızı koşullarımıza uygun bir şekilde çağdaşlaştırmak gerekir.
Ekonomik açıdan güçlü olmadığımız için her öğrenciye yetenekleri ölçüsünde istihdam sağlayamadığımızdan ciddi sorunlarla karşılaşıyoruz. Bu sefer öğrenciler kendi yetenekleri ve istekleri doğrultusunda hareket edemiyor; iş imkânının en çok olduğu bölümleri tercih ediyorlar. Yani eğitimi temel ihtiyaçlarımızı gidermek için kullanıyoruz. Gelişim için, teknoloji için, akılcılık için, sorgulamak için maalesef eğitim göremiyoruz.
Bunun sonucunda üniversitelerden mezun olan öğrenciler kendini geliştiremiyor (bireysel olarak kendini geliştiren öğrenciler mutlaka vardır). Türkiye’de istihdam sorunu varken, yaklaşık olarak son yirmi yıldır her yerde üniversite açtık. Bu üniversitelerin bölümlerinin kontenjanlarını çoğalttık. Bu yetmezmiş gibi ikinci öğretimler açtık, açık öğretimleri daha da yaygınlaştırdık, online eğitimle daha çok öğrenci alımı yaptık. Daha da kötüsü, her yerde özel üniversiteler açtık; parayı basan istediği bölümü okudu.
Hatta meslek sahibi olan ya da olmayan herkes dışarıdan parayı basarak birkaç bölümü bilgi sahibi olmadan, o bölümü anlamadan okudu. Bunun sonucunda bilgisiz diplomalılar yetiştirdik. O üniversitelere hocalar da ya cemaatlerden, ya torpili olanlardan ya da üniversiteyi hanedanlık gibi gören akademisyenlerin kendi yakınlarından seçildi. Liyakate bakılmadan yapılan bu tercihler sonucunda bilimden uzak, akıldan uzak, çağdaşlıktan uzak üniversiteler yarattık.
Örnek olarak, yıllar önce bir üniversiteye gidip araştırma görevlisi olmak istemiştim. Mülakata katıldım. Yarım saat mülakatta kaldım; beni mülakata alan hocalar beğendi ve bana dediler ki: “Bu yıl dört kişiyi alacağız, seni alamayız ama istersen seni özel öğrenci statüsüyle almak istiyorum.” (Hocanın böyle bir yola başvurmasının sebebi büyük ihtimalle o yıl alınacak dört kişinin önceden torpille ayarlanmış olmasıydı sanırım.)
Ben de özel öğrenci statüsünün ne olduğunu bilmediğim için karşı çıktım:
“Hocam, beni önce almanız lazım, eğer eğitime önem veriyorsanız,” dedim.
Bu cevabımı duyan hoca, “Tamam, dışarı çıkabilirsin,” dedi.
Ben de dışarıda özel öğrenci statüsünün ne olduğunu öğrendim ve kapıda hocaların mülakatı bitirmelerini bekledim. Bana bu teklifi yapan hoca en sonunda çıktı, yanına gittim ve “Hocam, tamam, kabul ediyorum,” dedim. Bana ne dedi biliyor musunuz?
“Seni almak başımıza iş açar, çünkü itaat etmiyorsun, itiraz ediyorsun,” dedi.
Son yirmi yıldır milli eğitim anlayışımız, modern eğitim anlayışından postmodern eğitim anlayışına sözde geçiyor. Öğrenci merkezli, öğrencinin yaratıcı olmasını isteyen, pasif olmayan yani itaat etmeyen öğrenci anlayışına geçiyoruz. (Modern eğitim ile postmodern eğitim anlayışını başka bir yazımda derinlemesine açıklayacağım.)
İstihdam sorunu yaşadığımız Türkiye’de tıp hariç bütün bölümlere yukarıda anlattığım gibi çok fazla öğrenci yerleştirdik. Bir gün rehberlik alımı çok olduğunda bütün öğrenciler rehberlik ve psikolojiye akın ettiler. Orası dolduğunda, özel eğitim açığı fazla olduğunda herkes bu bölüme akın etti. Bir gün sağlık alımı fazlalaştığında herkes o bölüme yöneldi.
Öğrenciler yıldan yıla iş imkânı olan bölümler değiştiği için ne yapacaklarını şaşırmış durumda. O kadar şaşkınlar ki, nasıl çıkacaklarını bilemez hale geldiler. İyi bir bölüm kazanmak için birkaç milyon öğrencinin içinden ilk 30 bine girmek insanüstü bir başarı gerektirdiğinden, öğrencileri yönlendirecek “koçluk” adı altında bir sektör ortaya çıktı. Ama maalesef bu da çözüm değil, çünkü herkesin zeka türü aynı değildir; bunu göz ardı ediyoruz.
Kimse “Bu bölüm bana uygun mu, verimli olabilir miyim?” diyemiyor çünkü temel ihtiyaçlarını gidermek için okuyorlar. Bunun sonucunda da tıp bölümü atama garantisi olduğu için herkes ona yöneldi. Ama tıp gibi bölümleri kazanmak için yüzdelik dilim olarak yüzde 1 içine girmek gerekiyor. Bundan dolayı matematik ve fizik en önemli dersler haline geldi. Bu iki dersi yapamayanların önemli bir bölümü kazanması imkânsız hale geldi.
Oysa Gardner’in çoklu zeka kuramına göre çeşitli zeka türleri vardır. Yaklaşık olarak toplumun yüzde 20’si matematik zekâya sahiptir. Sosyal zeka, bedensel zeka, görsel zeka gibi zeka türlerini yok sayıyoruz. Başarı için sadece sayısal zekayı temele alıyoruz; diğer zeka türlerini önemsizleştiriyoruz. Oysa bir toplumda her türlü zeka türüne sahip bireyler lazımdır. Sanat, spor, sosyallik gibi alanları değersizleştiriyoruz.
Her şeye rağmen başarılı olup üniversiteyi bitiren öğrenciler, istihdam sorunu yaşadığımız Türkiye’de atanamayan öğretmenler ordusu, atanamayan sağlıkçılar ordusu, atanamayan mühendisler ordusu yarattılar. O kadar mezun verdik ki, bütün bölümler anlamını ve değerini kaybetti. Kısaca, eğitimi yok ettik.
Şimdi ise Milli Eğitim Bakanlığı, üniversiteler anlamını kaybettiği için bölümlerin kontenjanlarını azaltmaya çalışıyor. İkinci öğretimleri kapatıyor. Online eğitimi de kapatmak zorunda. Özel (vakıf) üniversiteler mantar gibi çoğaldı; bunların çoğunun kapatılması lazım. Çünkü tek amaçları kâr. Eğitimi ve araştırmayı önemseyen çok az üniversite var.
Dünyada bilimsel araştırmalar açısından gelişmiş ve kaliteli ilk 100 üniversite arasında bir üniversitemiz var mı? Bu sorunun cevabı her şeyi anlatır kanımca. Üniversite bir kültür yuvasıdır, akademi yuvasıdır, teknolojinin yuvasıdır; insanlığı ileriye götürecek her türlü gelişmenin olduğu yer olmalıdır. Her yerde üniversite açmakla bunlar olmaz. Üniversite açma koşullarına uygun bir yer varsa orada açılır.
Akademik zihin kapasitesi olan, sorgulayan, merakı olan, gelişime açık olan üniversite okumalıdır. Yeteneklere göre öğrenci alınmalıdır. Temel ihtiyacını karşılamak için eğitim görmek isteyenler meslek okullarına gidip istihdama katılmalıdır. Türkiye’de ise maalesef üniversiteleri mesleğe girme alanı olarak görüyoruz. Onun için çoğu öğrenci kendini geliştiremiyor.
Bilgilendikçe mütevazı olmayan, bilin ki olduğu yeri hak etmiyordur.
Nusaybin halkına bu yazımı sunduğum için biraz da Nusaybin eğitim anlayışına değineyim. 2010 yılında bir dershanede rehber öğretmen ve felsefe grubu öğretmenliği yaptığım dönemde, Mardin ve ilçelerinde öğrencilerin liselere giriş ve üniversiteye giriş sınavlarındaki genel başarı sıralamasını araştırmıştım.
O dönemde Nusaybin, Mardin bölgesine oranla daha sorunlu bir yerdi. Her gün olaylar vardı, her gün kepenkler kapatılıyordu, yani hayat duruyordu. Ama buna rağmen Nusaybin, liselere ve üniversitelere giriş sınavlarında diğer ilçelere oranla daha başarılıydı. Mardin bölgesinde genel başarı sıralamasında en başlardaydık.
Geçen yıl baktım, Nusaybin’in genel öğrenci başarısı Mardin bölgesinde sonlardaydı. Son yıllarda eğitim başarımız neden düştü, araştıran var mı? Eğitim paydaşları sorumluluğu üzerine alıyor mu? Yetkililerin yaptığı gibi, en kolay olanı mı seçiyoruz — yani sadece bütün suçu öğretmene atmak mı? O kadar basit olmaması lazım.
Not: Merak ediyorum ve şaşkınım; bizim Nusaybin gibi büyük bir ilçede yıllardır öğretmenevi yok. Kimse de öğretmenevi için bir çalışmada veya istekte bulundu mu? Ben sadece geçenlerde medyada ve resmi kurumlardan öğretmenevi isteğinde bulunan, lisede öğrencim olan AKP İlçe Başkanı İrfan Yıldızoğlu’nu gördüm. Bu eksiklik, eğitim paydaşlarının sorumluluğundadır. Nusaybin’de başka insanlar da ilçemizde öğretmenevi için çalışmışlarsa şimdiden kusura bakmasınlar, demek ki ben görememişim — bu benim eksikliğimdir.


0 Yorum